26 August, 2011
23. haftadayken
Şu anda 26. haftamızdayız ama bu arada geçen haftalarda çektiğim bir göbek fotosu koyayım bir de nasıl geçiyor kayıt altına alayım dedim. Kızımız neyseki iyi, kontrollerimiz güzel geçiyor. Son çıkan ultrason fotoğraflarında biraz babasına benzettik:) Sırayla ultrason resimlerine bakınca oldukça tutarlı (doktor tabiki öyle olacak dedi:P) , yüzünü az çok anlayabiliyorum ve merakla kucağıma almayı bekliyorum ama bu günlerin keyfini de çıkarıyorum..
İnsanların hamilelere bakış açısı güzel, her yerde bir öncelik, sıra verme vs, ben talep etmiyorum ama bu ayrıcalık hoşuma gitmiyor desem yalan olur:) Tatilimizde Hırvatistan'da bir kadın otobüste kolumdan tutup yer verdi bana :) İlk kez oldu bu şaşırdım.. Çünkü İstanbul'da olmadı henüz... (Allahtan çok sık binmiyorum otobüse.. )
Bu arada bir güzellik daha oldu hayatımızda 3 hafta önce kendi evimize taşındık:) Kızımızın gelişi bizi de gaza getirdi ve oturduğumuz sitede 2 blok yanımıza taşındık... Daha doğrusu bana pek bir şey yaptırmadı 2 melek annem.. Adana'dan geldiler, bizi taşıyıp döndüler.. Ama yine de ister istemez hepimiz yorulduk, sonuçta kendi evim, herşeyin yerini bilen benim.. Halen ufak tefek eksikler var tabi, en kısa zamanda bir Ikea yapmak lazım mesela:) Eski evde yapıştırdığım aynalar, bazı aksesuarlar vs orada kaldı, şu anda bir boy aynam yok hala, kendimi yarım yamalak görüyorum.. Bunun gibi ufak teferruatlar, detaylar var, ama onlar da hiçbir zaman bitmiyor zaten.. Uzak muzak bir yerde oturuyorum ama en azından kızım alışveriş merkezlerinde değil, parkta çimlerde toprakta büyüyecek diye avutuyorum kendimi:) Biz bunca yıl fazlaca kira ödedikten sonra böyle bir girişimde bulunduk, darısı isteyen herkese artık...
16 August, 2011
Buradayım ...
Sadece ev taşıma sonrası 10 günden fazladır sevgili (!) Türk Telekom'un internetimi bağlamasını bekliyorum, en kısa zamanda koca göbeğim ve ben tekrar burada olacağız:) Sevgiler..
02 August, 2011
Larry Crowne
Bazı oyuncular vardır, öyle çok seversiniz ki filmini izlerken baştan olumlu önyargınız olur zaten. İşte Tom Hanks benim için bu oyuncuların en başında geliyor. Forest Gump hayatımın filmidir, çok kere izlemişimdir, birçok kere daha da izleyebilirim. Aslında Larry Crowne'a da bu beklentiyle gittim, yani filmin adı bir karakterin adından geliyor, acaba bu nasıl bir karakter olacak, kimbilir nasıl güzel bir filmdir diye.. Ve ben beğendim, ama dediğim gibi belki biraz kayırdığımdandır.
Film iş hayatını mecburi nedenlerle bıraktıktan sonra (!) üniversiteye başlayan Larry'nin okuldaki günleri, arkadaşları ve Mrs Tainot'un dersinde olanları anlatıyor. Keyifli vakit geçirdik, şu sıcak yaz günlerinde izlenecek eğlenceli bir film. Gidilebilir yani:)
31 July, 2011
Öneri
Bugün de memnun kaldığım alışveriş önerilerimi paylaşacağım: öncelikle hamile kıyafeti olarak LCW mağazalarına baktım, benim aslında bu konuda pek sıkıntım yok, (annemden geliyor kıyafetlerim) ama geçende dışardayken yine de bir bakayım dedim ve çok güzel, pek rahat ve bir o kadar da ucuz eteğimi aldım, yukarıda kısaca önden arkadan ve fiyat etiketinden foto var, şaka gibi bir fiyata aldım.. Çok fazla çeşit olmasa da fiyat ve rahatlık açısından tercih edilebilir ürünler var...
Bunlar da kozmetik olarak önerebileceğim şeyler: İlki Avon un yeni çıkan karpuzlu body sprayi, ben yazın çok kullanıyorum bunlardan hem parfümden çok daha hafif hem de serinletici:) Avon satan tanıdığınız varsa mevcut katalogda 6 TL, ben birkaç tane aldım.. Big babol tarzı sakızlar gibi kokuyorum...
Yanındaki Dermokil ise 1,5 yıldır bittikçe aldığım vücut losyonum, kozmetik alışverişi yaptıgım bir yerde kampanyada diye öylesine almıştım, ama kokusu çok güzel, çok fazla yaglı his bırakmıyor, bir de Türk malı, daha ne olsun:) Görürseniz deneyin.
Görüşmek üzere..
21 July, 2011
Taze kitaplarım
Son dönemde aldığım kitaplar bunlar işte, yavaştan da sırayla okuyorum, okuduklarımı kısaca yazayım, diğerleri de sırada..
Öncelikle Bir Türk Ailesi'nin Öyküsü'nü yazmak istiyorum. Çünkü ben inanılmaz sevdim. Tesadüfen D&R'da arada derede bulduğum bir kitap, bugüne kadar da adını hiç duymamıştım. Bir haftasonunda bitirdim. Gerçek hayat hikayesi olması, anlatım dilinin güzel olması (kitap İngilizce yazılmış, sonra Türkçe'ye çevrilmiş, başlarda sebebini çok merak ettim, acaba yazar orada doğmuş da kendi büyüklerinin öyküsünü kendi bildiği dilde mi anlatmış dedim, okudukça cevabını öğreniyorsunuz), sonunda çevirmen ve yazarın oğlu Ateş Orga tarafından yazılan sonsöz, herşeyiyle beni çok etkiledi, bitirir bitirmez de okumayı seven bir arkadaşıma verdim tatilde okusun diye, size de tüm samimiyetimle öneriyorum...
Piruze'ye gelirsek, Sinan Akyüz'ün ilk kez bir kitabını okuyorum, diğer kitapları da hep çok satanlar standında olurdu ancak nedense beni hiç çekmemişti. Bu kitap da illa okuyun diyebileceğim bir kitap değil ancak çok akıcı olduğunu ve film izler gibi kısa sürede bitireileceğinizi söyleyebilirim, ayrıca kendisi de gerçek bir yaşam öyküsünden alınmış. (Bana Kızım Olmadan Asla'yı çağrıştırdı biraz) Babasının diplomatik görevi sırasında Şam'da tanıştığı bir adamla, ailesinin onayı olmamasına rağmen evlenmeye karar veren Piruze'in hikayesi...
Kalbimin Sahibisin, normalde hiçbir şekilde dikkatimi çekemeyecek olan bir kitap.. Ama bizim şirkete her ay stand kuruluyor ve bir sürü kitap satılıyor, neredeyse internettekiyle aynı fiyata. Ben de sıkı bir alıcı olduğumdan standda duran amca bana kitaplar öneriyor, beğenmediklerimi başka birisiyle değişiyor, benim için de iyi bir alışveriş oluyor, işte bu kitap da oradan.. Yazlık, okuması keyifli, çok da birşey katmayan, ama daha genç yaşlarda okusaydım daha çok eğlenebilrdim diye düşündüğüm eski bir Amerikan filmi tadında kitap.
Peçete, Karpuz ve Maymun, arka kapağını okuyunca çok şey vadeden ama kitabın kendisini okurken pek de birşey bulamadığım bir kişisel gelişim kitabı. İşimle alakalı diye okudum, 2 saatte filan bitti. Öneririm diyemeyeceğim..
Kibele'nin Sırrı yine aynı standdan aldığım, alırken daha fazla beklentimin olduğu ama okudukça gereksiz detaylara yer verildiğini düşündüğüm bir kitap. Fazla fantastik detaylar var, benim dikkatimi yer yer dağıttı ama yine de fena değil, okunabilir..
Az, o kadar çok yerde gördüm, internette o kadar çok yorum okudum ki, dayanamadım, ben de okuyup göreyim dedim ve aldım, sevdim ben. Sevdim dediysem, yazarın anlatım şeklini ve olayları bağlaşıyını, 1 cümle ile ne kadar çok şey anlatabilişini sevdim. Öyle bir kitap ki, 5 sayfa sonrasını okuyunca arada olanları çok rahat kaçırabilirsiniz. Pozitif, yazlık bir kitap değil, tam tersine, insanın bu kadar da olmaz diyeceği olayların olabildiği türden, ama ben diğer kitaplarına da şans vermeye karar verdim. (tabi muhtemelen hamilelikten sonra:) şu anda yüreğim çok fazla kaldırmıyor bu kadar gerçeği! ) Bu arada sonunun daha güzel bağlanabileceği düşüncesindeydim ama olsun. beğendim yine de..
Okuduklarım bunlar: Şu anda Sürgün'e yeni başladım, diğer kalanlarla devam edeceğim. (Her Şey Aydınlandı, Öp ve Anlat, Yüz 1981, Zulümhane )
Bol kitaplı günler..
19 July, 2011
Paul Simon
Ben canlı canlı dinlerken buraya da videosunu koyayım dedim:) Eminim güzel bir konser olacak.. Kendisini canlı dinlediğim için çok şanslı hissediyorum:)
17 July, 2011
20. Hafta
Hamilelik yazılarına geç başladım.. Kısaca bugüne kadar nasıl geçti, onu anlatayım. Öncelikle şunu söylemeliyim ki oldukça rahat bir hamileyim, hatta öyle diyebilirim ki pek sevgili eşim hamile ben sadece bebeği taşıyorum.. O benden çok daha heyecanlı :) İlk 3 ayım klasik olarak mide bulantısı ve kusma ile geçti ancak ben normalde midem bozuldugunda da çok etkilenen bir insan olmadığım için sadece tuvalete girip çıkar gibiydim.. Ama gerçekten çok ilginç, daha sabah uyanır uyanmaz mide bulantısıyla kalkıyorsunuz, sonra da tüm gün her kokudan etkilniyorsunuz. Sabah servise parfüm sıkmış birinin binmesi, yemekhane, her koku, her yerde hazır.. Ama galiba ben dirayetliyim öyle kimseye belli etmeden geçirdim bu süreci:) Bu arada pek aşerdiğim de söylenemez, yediğim kilolarca eriği saymazsak. Ama ben her yıl erik çıktığında bu kadar çok yerim o yüzden bana pek değişik gelmedi:)
İçimde de cinsiyet konusunda hiçbir tahmin yoktu. Nedense etrafımdaki insanların %95'i erkek diye tahminde bulundu, ben de en önce sağlıklı olsun diyordum tabi ama 2 kız kardeş olmamızın ve annemle olan ilişkimizin de etkisiyle içten içe kız istiyordum.. 15. haftada doktora gittiğimizde cinsiyeti öğrendik, ben de eşim de havalara uçtuk:) Tabiki hala sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmesi ilk temennimiz.. İsim konusunda da karar verdik sayılır. Gerçi eşimin ve benim ik andan itibaren çok sevdiğimiz ve sıcak bulduğumuz isim etraftaki insanlara çok da sıcak gelmedi ama %99 onu koyacağız, şu andan sonra kararımız değişirse bilemem tabi.
Bugüne kadar 3,5-4 kilo aldım, doktorum gayet iyi gittiğimi söylüyor, elimden geldiğince yürüyüş yapmaya ve abartı yememeye çalışıyorum. Yararlı şeyleri yiyorum tabi ama gereksiz pasta böreği de hamileyim diye çok abartma dedi doktor:) Keşke bir de etrafımdaki insanlara söylese.. Hamileliğin en güzel yani etraftaki her ama herkes seni öyle şımartıyor ki:) Ailemi saymıyorum zaten ama işyerimdeki herkes de sağolsun oldukça hoşgörülü ve düşünceliler.. Bazen hiç bitmesin de istiyorum tabi.. Bu kadar kilo aldım ama insanın vücudu değişik bir biçimde etkileniyor, genişliyorum sanki.. Bu hafta karnım ilk kez çıkmış gibi göründü gözüme. Pantolonlarımı düğmesi açık giyiyordum ne zamandır, bu hafta fermuar bile açılıp üzerine uzun bluzlerle kapatarak kullandım. Artık annemle konuştugumuzda ayıp sen de giymiceksen kim giyecek hamile kıyafeti dedi (söylemesi ayıp kendisi tekstille, hem de hamile kıyafetleriyle uğraşıyor da) Ben hem henüz ruhen o pantolonları giymeye hazır olmadığımdan hem de Adanadan biri gelince getirir diye üşendiğimden henüz gerek yok diyordum. Ama bugün kargom gelince aslında ne kadar rahat olduklarını gördüm. Bundan sonra elimden geldiğince haftalık foto da eklemeye çalışacağım, işte bu hafta, ilk kez hamile kıyafeti ile göbeğimi ekledim:)
Bir sonraki hafta görüşmek üzere:)
10 July, 2011
Uzun süre sonra Yeni post :)
En son yazdığım tarihe baktım, sonra yazmadığım bu süreç içinde hayatımda neler oldu diye düşündüm, neden yazmadığımı düşündüm.. önemlilerden birkaç tanesini buraya not edeyim sonra da kaldığım yerden devam edeyim istedim: Esra ve İpek geçenlerde yazdıkları yazılarında bloga ara vermek konusunda benim şu anda söylyeceğim şeyler, söylemişlerdi.. İnsan bi bıraktı mı, iyice bırakıyor, ama neyseki uzun zaman geçse de geri döndüm :) Bahanelerimden bir diğeri de evdeki teknolojik sistemlerdeki problemler (internet bağlantısı, bir süre blogların açılamaması, açılmayan web siteleri yüzünden benim bilgisayarı kırma isteğim, sevgili kocamın ev bilgisayarındaki teknik sorunları çok fazla sallamaması, benim zaten anlamıyor olmam, işyerindeki yoğun çalışma nedeniyle evde internette mümkün olduğunca az vakit geçirme isteği gibi nedenleri sayabiliriz:) Ama bugün facebookta Imge ve Ata'nın neden blog yazmıyor sorusuna da bu postla cevap vereyim istedim.
Bu süreçte zaten bir süredir Kanada'da olan kız kardeşim, düğün maksadıyla Türkiye'ye döndü, evlendi ve Amerika'ya yerleşti.(benim için çok zor oldu) İş yerinde oldukça yoğun günler geçirdim.. Perküsyon dersleri aldım (yaz ayında mola verdik ama baharda geri dönme planım var:P) Çok yoruldum, kırıldım, bir sürü şeye küstüm, hiç haketmediğimi düşündüğüm şeyler yaşadım ama hayat işte bir şekilde unutturuyor, zaman bir şekilde atlatmana yardımcı oluyor, ya da hafifletiyor diyelim.. Bu süreçte de ne kadar güzel bir şeyler yapsam da bi şekilde yazmak istemedim..Bir sürü kitap okudum, film izledim, yeni şeyler yedim, yeni yerler gezdim. Bu arada işte en güzel haberim .. Bir kız bebek bekliyorum blog, ilişkimizin 10. yılına girerken ailemize 3. bir birey daha katılacak.. Birazcık da dönme isteğim bundan... İstedim ki, iş, güç, maddi, manevi koşuşturmanın içinde bu süreçte neler yaşadığımı buraya da yazayım, ilerde dönüp de beynimi hatırlamak için pek zorlamayayım..
İşte kısaca böyle, bundan sonra biraz da hamilelik yazılarıyla da olsa burada olacağım galiba:) Gerçi ben 19. haftada olmama rağmen halen hamile gibi olmasam da (hem dış görünüş hem de ruh hali olarak ) İleriki haftalarda olacak değişimleri hep birlikte göreceğiz..
24 December, 2010
Biraz pasta yaptım
Son zamanlarda biraz pasta yaptım:) Daha yemem gereken çok ekmek var ama etrafımdaki arkadaşlarımın doğum günleri pastasını yaparak kendimi de geliştirmiş oluyorum, hem de onları mutlu etmiş :) Tadları genel olarak güzel ama tabii şekilleri konusunda çook çalışmam lazım.
Geçen yıl ilk kez yaptığım şeker hamurlu pastalara bakarsak bi gelişme var ama dimi:)
19 December, 2010
Pazar Filmi
Günlerden Pazar, hava yağmurlu, ben evdeyim, genelde çalışıyor olmasına rağmen bu Pazar kocam da yanımda.. Kestane haşlamışız, kanalları geçip film arıyoruz. İşte tam o anda Gerçek Masallar başladı. Adam Sandler sevgim hakkında eminim daha önce de yazmışımdır. Hiç bilmediğim bu filmi tam da günü anlam ve önemine uygun:)
1 haftalığına akşamları yeğenlerine göz kulak olacak kahramanımız her gece masallar anlatıyor ve ertesi gün o masalların gerçekleştiğini farkediyor. Imdb bu filme 6.1 puanı layık görse de, içimden geldi ben bugün 10 veriyorum:))
18 December, 2010
Kibarlık Budalası
Bu yılki tiyatro sezonumuzu eğlenceli bir oyunla açtık.. Moliere'in kibarlık budalasını izledik. Zengin ama görgüsüz olan Mösyö Jorden'in asilzade olmak için neler yaptığını gördük. Dostu (!) Kont'tan dersler aldı, komik durumlara düştü ama vazgeçmedi. 2008'den beri sahnede bu oyun ancak biz yeni izledik. Keyifli vakit geçirdik.
Oyuncular genel olarak iyiydi, kont rolünde Tarık Papuççuoğlu ve Atılgan Gümüş dönüşümlü olarak oynuyormuş. Benim izlediğim oyunda Atılgan Gümüş vardı ve kendisine hayran oldum diyebilirim. Sahnede sesi en net ve güzel gelen oydu. (önlerde oturmamıza rağmen). Haldun Dormen'in sesi sahnede iki mikrofon olmasına rağmen zor duyuluyordu ancak bu yaşında sahneye çıkması tabiki hayranlık uyandırıcı. Ebru Cündübeyoğlu'nu severim, kendisini sahnede ilk kez izledim ve onu da çok beğendim. Oyun çeşitli salonlarda oynuyor, sizin yakınınıza da gelirse izleyin bence:)
26 November, 2010
Açık kitap dinleyicileriyle buluşuyor
Bir aksilik olmazsa ben de orada olacağım:)
15 yıllık Açık Radyo macerası bir kitaba dönüştü. Ressam Mehmet Güleryüz kitabın sınırlı sayıdaki özel baskılarını ayrı ayrı ve tek tek resimledi. Büyük bir ansiklopedik sözlük formatında, maddelerden oluşan Açık Kitap, Açık Radyo’nun yazılı ve sesli arşivinin taranması, radyonun programcı ve dostlarının yazdığı makalelerin derlenmesiyle bir araya geldi. 750 Sayfalık kitapla yaklaşık 180 yazar-çizer-sanatçıdan 550’ye yakın madde yer alıyor. Kültür, sanat, spor, siyaset, tarih, bilim, çevre, gündelik yaşam gibi pek çok konuda yazının yer aldığı kitap Açık Radyo’nun kapsama alanları ve “hassasiyet noktaları”nı ilk kez bir araya getiriyor. Açık Radyo’nun kadim dostlarından ve destekçilerinden ressam Mehmet Güleryüz, 3,000 adet basılan Açık Kitap’ın özel kanvas kapaklı ilk 150 adedini ayrı ayrı, tek tek ve rengârenk resimledi. Bu özel edisyonlar ay sonunda satışa çıkarıldı.
Yazı buradan alınmıştır..
Doğan Hızlan da burada anlatmış:)
Yazı buradan alınmıştır..
Doğan Hızlan da burada anlatmış:)
21 November, 2010
Prensesin Uykusu
20 November, 2010
Puzzle
Yine arayı çokça açtım, bundan sonraki postum da ne zaman olur kim bilir, özlüyorum buraları ama yazamıyorum. Bu 1,5 aylık yokluğumda çok ani bir şekilde babaannemi kaybettim. 1 günlüğüne Adana'ya gidip geldim. Günlük hayatta saçma sapan günlük işlerle ihmal ettiğimiz insanların başına birşey gelince ne hale geliniyor yaşayarak öğrendim.
Eşim ufak bir rahatsızlık geçirdi ama oldukça korkuttu beni. Neyseki iyi şimdi:)
Bu sürede bir de yukarıdaki puzzle ı bitirdim işte. Çocukluktan beri yaptığım ilk puzzle dı. (1000lik bir paket yıllar önce arkadaşım hediye etmişti ama yeni yapabildim:).
Sonra da yenisini aldım, çünkü eklediğim her parça beni mutlu ediyor. (o da yukarıda, çerçevesinden başladım bile)
Size de önerebilirim, oldukça eğlenceli bir uğraş:) Tekrar görüşmek üzere..
Eşim ufak bir rahatsızlık geçirdi ama oldukça korkuttu beni. Neyseki iyi şimdi:)
Bu sürede bir de yukarıdaki puzzle ı bitirdim işte. Çocukluktan beri yaptığım ilk puzzle dı. (1000lik bir paket yıllar önce arkadaşım hediye etmişti ama yeni yapabildim:).
Sonra da yenisini aldım, çünkü eklediğim her parça beni mutlu ediyor. (o da yukarıda, çerçevesinden başladım bile)
Size de önerebilirim, oldukça eğlenceli bir uğraş:) Tekrar görüşmek üzere..
29 September, 2010
26 September, 2010
Tamamen kişisel
Neden bazen olan herşeyin olumsuz yönünü görüyor insan. Genel olarak olumlu olsam da ne kolumu kaldıracak, ne bir şeyler için çabalayacak halim var. Bana pek fazla olan birşey değil bu ama böyleyim şu sıralar. Bir sürü fotoğrafım var makinemde, bloga da eklerim bir şeyler yazarım diye ama zamanı geçtikçe onları da yayınlamak istemiyorum. Konuşasım da yok, kimseyi arayıp sorasım da, kendi halimdeyim. O yüzden buraya da pek uğrayamıyorum..
14 September, 2010
Az Aslında Çoktur
Bu yaz evimde bir hareket başlattım, ' gerçekten ihtiyacın olmayan bir şeyi alma hareketi' . Belki biliyorsunuz, Haziranda taşınmıştım. Yeni evim eskisine göre oldukça büyük ve eşyalarım içinde kayboldu, şeytanın dürtmesiyle alışveriş isteyen bünyemi durdurdum. Çünkü eşya insanın sırtında yük. Bu ev için alacağım sonra ilerde daha küçük bir eve taşınırken atacak mıyım? Yok dedim kendime, ne kadar az, o kadar iyi. Benim tüm ihtiyaçlarımı karşılıyor mu olanlar? evet.. Eee o zaman... Gardrobumda da uyguladım aynı hareketi. Aralarda sıkıştıgından bulamadığım t-shirtlerim var, döktüm bir gün herşeyi, tek tek ayırdım. Çok mu alışveriş yapıyorum (hayır, bir kadın asla fazla alışveriş yapmaz:) ama bir bakıyorum 3-4 yıldır hiç giymediğim bluzlar bir gün giyerim diye bekliyor. Giymeyeceklerimi ayırıp, giyebilecek kişilere verdim, böylece dolabım da ferahladı. Gereksiz evrakları da aynı şekilde ayırdım kütüphanemden..
Son günlerde de benim bu durumumu özetleyen bu kitabı okudum. Yazarın değindiği temel nokta *Gerekli olanı belirle, *Gerisini ele. Kitaptan bir bölümü sizinle de paylaşmak istedim...
Basit üretkenliğin 6 ilkesi
1-Limitler koyun
2-En gerekli olanı seçin
3-Basitleştirin
4-Odaklanın
5-Alışkanlıklar yaratın
6-Küçük adımlarla başlayın..
Başlamak için 12 Temel Alışkanlık
1-Her sabah En Önemli İşlerinizi belirleyin.
2-Bir iş yaparken diğer işlere geçmeyin.
3-Gelen kutunuz boşalana kadar düzenleyin.
4-E-postalarınızı günde sadece 2 defa düzenleyin . (Bu biraz ütopik:P)
5-Günde 5 ila 10 dakika egzersiz yapın.
6-İnternete bağlı olmadan, dikkat dağıtıcı faktörlerden uzak şekilde çalışın.
7-Bir sabah rutini belirleyin.
8-Hergün daha fazla sebze-meyve yiyin.
9-Masanızı düzenli tutun.
10-Kısa listenizde yer almayan sorumluluk ve ricalara hayır deyin. (hiç kullanamadığım bir kelime)
11-Günde 15 dakikayı evinizi düzenlemeye ayırın.
12-E-postalara 5 cümle limiti koyun.
**Yazarının ayrıca blogu da var ( işte burada )
12 September, 2010
12 Eylül 2010
Yazacak çok şey var ellerim bi türlü yazmıyor ama bugünü not etmek istedim bloguma öncelikle güzel olanı. 2010 Dünya Basketbol şampiyonasında zorlu takımları eleyip Amerika ile final oynayacağız bugün. Tüm maçları büyük bir heyecanla izledim ama en son yarı final maçında Sırbistan ile son saniyeye kadar ettiğimiz mücadeleye kalbim zor dayandı. Bugün ne yaparım bilmiyorum, dua ediyorum elimden gelen bu:)) 12 dev adama bol şans diliyorum.
Bir diğer önemli olay ise anayasa değişikliği için referandum vardı bugün. Şeker bayramı tatilinin son günü olması sebebiyle % 77lik bir katılım oldu ve % 58 evet oyuyla (bu postu yazdıgım anda sandıkları %99u açılmıştı) kabul edildi.. Demokratik hukuk devletimizin vatandaşlarından bu sonuçlar çıktı.Çok üzgünüm..
** Fotograf buradan.
31 August, 2010
Kitap Ödüllü Yarışma
Çilekli pasta ve Noni'de görmüştüm yarışmayı ama Kitapkolik'ten de yorum gelince artık benim de yazmam şart oldu.Ödüllü bir kitap yarışması var, unutmayın 5 Eylül son gün:) kuralları çok basit:
Çekiliş hakkı kazanma şartları:
*Bu yarışmanın duyurusunu twitter, friendfeed veya facebook profillerinde duyuranlar 1 çekiliş hakkı kazanacaktır.
*Web sitesinde ya da güncel blogunda yarışmayı tanıtanlar (sitemizin linki tıklanabilir olmalıdır) 5 çekiliş hakkı kazanacaktır.
*Kendisine ait olmasada forum sitelerinde konu açarak yarışmayı tanıtanlar 2 çekiliş kazanacaktır.
*Okuduğu kitapları tanıtan özgün yazılar yazan kişilerin yazıları uygun bulunup Kitapkolik.Net te yayınlanması halinde ise 4 çekiliş hakkı kazanacaktır.
Ayrıntılı bilgi için buraya lütfen.
26 August, 2010
Bozcaada tatilim
Bu kadar bekledim yazmak için, ancak kelimeleri ve fotoğrafları bir araya getirebiliyorum. Bozcaada öyle güzel öyle temiz bir yer ki, bir yandan da bencilliğim tutup yazmasam mı hiç diyorum.(ben yazmasam, kimse de gitmese) Çünkü ilk kez bu kadar temiz bir denize girdim, ilk kez bu kadar güzel bir yer gördüm.
Yolculuğumuz sabah saat 5.00 civarında başladı, önce Eceabat’a gidip oradan arabalı vapurla Çanakkale’ye, sonra da yaklaşık yarım saatlik araba yolculuğu ile Geyikli’ye ulaştık ve yine arabalı vapurla Bozcaada’ya geçtik. Öğlen 12.00 gibi adadaydık. Arabadan inip pansiyonumuza ulaşana kadar da havanın güzelliğinden, etrafın güzelliğinden sarhoş oldum.Bazyel pansiyonda kaldık, oldukça güzel ve temizdi, fiyatlar da oldukça uygundu. 2 kişilik odada kişi başı 50 TL oda+kahvaltı fiyatı. Zaten genel olarak ortalama 50-60 TL civarıydı gittiğimiz tarihte.(250 TL ye de otelde oda+kahvaltı kalabilirsiniz ama pek de gerek yok uyuyup, kahvaltı edip, arabayla ya da dolmuşla plaja gidiyorsunuz, yani otelinizin önünden denize giremiyorsunuz) Öğlen eşyalarımızı pansiyona bırakır bırakmaz önce bir şeyler yemek için sahile, oradan da yüzmeye Ayazma’ya gittik.
Öncelikle yemeklerden bahsetmem gerekirse o kadar çok seçenek var ki, hem yemek hem de fiyat açısından. Pahalı yerler de var ancak genel olarak fiyatlar uygun. Öğlenleri ev yemekleri yenilebilecek çok güzel yerler var. Ağaçların altında pötikareli örtülerin ve ahşap sandalyelerin üzerinde, güneşli olmasına rağmen nemi olmayan tertemiz havada yemeklerimizi yedik.
İlk gün Ayazma’ya gittik, dışarıdan bakıldığında kalabalık bi araç trafiği olmasına rağmen plaja inince çok da rahatsız edici bir kalabalık yoktu. Plaj gayet temizdi, şezlong ve şemsiye kiraladık 2 şezlong+1 şemsiye 9 TL idi(Bozcaada spor klubüne ait) Deniz soğuk, ancak ben gitmeden önce öyle korkuyordum ki belki giremem diye, korktuğum kadar da soğuk değildi. Ya da hava o kadar sıcaktı ki, insan tam olarak kızgın kumlardan serin sulara atlamış oluyordu. Ayazma’nın tek kötü yanı denizin taşlı olması diyecektim ki, ekşi sözlükte plajın diğer kısmının kum olduğunu öğrendim, ona göre yani siz giderseniz taşlara aldanmayın, diğer tarafa gidin. O yüzden asıl kötü yanını söylüyorum, duş ve tuvaletin olmayışı bence plajın en büyük eksiğiydi.
Akşam olmadan önce güneşi batırmak lazım, biz 2 gün üstüste yel değirmenlerine gidip güneşin batışını izledik. Neden 2 gün gittiğimize gelince, ilkinde aracımızı girişte parkedip (yasaklara çok uyarız:o) yürümeye kalktık ve son anda yetiştik. 2. Gün ise daha erken gelip, arabayla içeri girdik hatta onunla da yetinmeyip 15 dakikalık bir yürüyüş ile fenere ulaştık ve oradan izledik manzarayı. Yüzlerce fotografım var güneşin önünde.
Adada akşamları yapılacak tek eğlence yemeği yedikten sonra Polente’de oturmak sanırım. Çünkü gündüz gördüğünüz herkesi akşam da burada görebilirsiniz. Şirin bir kafe, içecekler güzel, fiyatlar orta halli, çalan şarkılar süper. Onun dışında da yine meydanda dolaşıp alışveriş yapabilir (hediyelik eşyalar çok güzeldi), çaybahçesinde oturup yazın vazgeçilmezi okey oynayabilir, ya da şarabınızı alıp deniz kenarında oturabilirsiniz.
Bozcaada’da en çok ilgimi çeken şeylerden biri de tipik yazlıkların olduğu salt binalardan değil, bağların içindeki taş evlerden oluşması. Umarım hiç de değişmez.
Ertesi gün Ayazma’ya değil Habbele koyundaki Mitos Beach’e gittik. İşte buradaki deniz tam anlamıyla muhteşem.Tamamen kum ve gidiyorsun gidiyorsun su sadece beline geliyor. Ancak burası özel bir plaj oldugu için önceden rezervasyon gerekiyor, yoksa yer bulmak oldukça zor. Tabii bir de fiyatlar biraz daha yüksek. Bu sefer şezlonglara 9 TL yerine 24 TL ödedik. Ayrıca öğlen yemek yenecek tek bir yer olduğundan da oradaki yemeklere muhtaç oluyorsunuz ve tat/fiyat oranı pek de doğru orantılı değil ve kredi kartı da geçmiyor ama herşeye rağmen o güzel koya değer. Bu arada Mitosun yanında yine Bozcaada spor klübüne ait şezlonglar var ve yine aynı sahilden ve cafeden yararlanabiliyorsunuz.
Aynı akşam da Ziraat bankasının arkasındaki dar sokaklardan birinde yedik yemeğimizi, orası da oldukça sevimli ve pek çok seçenek var. Ramazan’da gittiğimiz için oldukça şanslıydık, çünkü daha önce herkesin şikayet ettiği kalabalıktan eser yoktu. Sakindi ve güzeldi.
Bir sonraki gün akşamüstü kalenin önündeki kafelerin orada otururken oradan bile denize girildiğini gördüm, dayanamayıp ben de atlayacaktım, ama sonra ıslak ıslak kalıp üşümeyi göze alamadım. Ama bir adada gemilerin yanaştığı, tüm teknelerin, yatların bağlı bulunduğu limanda bile yüzülebildiğini düşünün, ne bir poşet gördüm ne de başka bir çöp.
Adadan ayrılmadan, domates reçeli, şarap, üzüm, kekik ve zeytinyağı almayı unutmayın. Eve döndüğünüzde en azından bunları tadarken burnunuza oraların kokusu geliyor. Kısacası tatilimden öyle memnun kaldım ki, bedenim İstanbul’a işe döndü ama ruhum Bozcaada’da kaldı..
*Fotografların birçoğu sevgili eşim tarafından çekilmiştir.. Teşekkürü borç bilirim:)
**Gitmeden şu ve şu bloglardan da yararlanmıştım, çok işime yaradı:)
Yolculuğumuz sabah saat 5.00 civarında başladı, önce Eceabat’a gidip oradan arabalı vapurla Çanakkale’ye, sonra da yaklaşık yarım saatlik araba yolculuğu ile Geyikli’ye ulaştık ve yine arabalı vapurla Bozcaada’ya geçtik. Öğlen 12.00 gibi adadaydık. Arabadan inip pansiyonumuza ulaşana kadar da havanın güzelliğinden, etrafın güzelliğinden sarhoş oldum.Bazyel pansiyonda kaldık, oldukça güzel ve temizdi, fiyatlar da oldukça uygundu. 2 kişilik odada kişi başı 50 TL oda+kahvaltı fiyatı. Zaten genel olarak ortalama 50-60 TL civarıydı gittiğimiz tarihte.(250 TL ye de otelde oda+kahvaltı kalabilirsiniz ama pek de gerek yok uyuyup, kahvaltı edip, arabayla ya da dolmuşla plaja gidiyorsunuz, yani otelinizin önünden denize giremiyorsunuz) Öğlen eşyalarımızı pansiyona bırakır bırakmaz önce bir şeyler yemek için sahile, oradan da yüzmeye Ayazma’ya gittik.
Öncelikle yemeklerden bahsetmem gerekirse o kadar çok seçenek var ki, hem yemek hem de fiyat açısından. Pahalı yerler de var ancak genel olarak fiyatlar uygun. Öğlenleri ev yemekleri yenilebilecek çok güzel yerler var. Ağaçların altında pötikareli örtülerin ve ahşap sandalyelerin üzerinde, güneşli olmasına rağmen nemi olmayan tertemiz havada yemeklerimizi yedik.
İlk gün Ayazma’ya gittik, dışarıdan bakıldığında kalabalık bi araç trafiği olmasına rağmen plaja inince çok da rahatsız edici bir kalabalık yoktu. Plaj gayet temizdi, şezlong ve şemsiye kiraladık 2 şezlong+1 şemsiye 9 TL idi(Bozcaada spor klubüne ait) Deniz soğuk, ancak ben gitmeden önce öyle korkuyordum ki belki giremem diye, korktuğum kadar da soğuk değildi. Ya da hava o kadar sıcaktı ki, insan tam olarak kızgın kumlardan serin sulara atlamış oluyordu. Ayazma’nın tek kötü yanı denizin taşlı olması diyecektim ki, ekşi sözlükte plajın diğer kısmının kum olduğunu öğrendim, ona göre yani siz giderseniz taşlara aldanmayın, diğer tarafa gidin. O yüzden asıl kötü yanını söylüyorum, duş ve tuvaletin olmayışı bence plajın en büyük eksiğiydi.
Akşam olmadan önce güneşi batırmak lazım, biz 2 gün üstüste yel değirmenlerine gidip güneşin batışını izledik. Neden 2 gün gittiğimize gelince, ilkinde aracımızı girişte parkedip (yasaklara çok uyarız:o) yürümeye kalktık ve son anda yetiştik. 2. Gün ise daha erken gelip, arabayla içeri girdik hatta onunla da yetinmeyip 15 dakikalık bir yürüyüş ile fenere ulaştık ve oradan izledik manzarayı. Yüzlerce fotografım var güneşin önünde.
Adada akşamları yapılacak tek eğlence yemeği yedikten sonra Polente’de oturmak sanırım. Çünkü gündüz gördüğünüz herkesi akşam da burada görebilirsiniz. Şirin bir kafe, içecekler güzel, fiyatlar orta halli, çalan şarkılar süper. Onun dışında da yine meydanda dolaşıp alışveriş yapabilir (hediyelik eşyalar çok güzeldi), çaybahçesinde oturup yazın vazgeçilmezi okey oynayabilir, ya da şarabınızı alıp deniz kenarında oturabilirsiniz.
Bozcaada’da en çok ilgimi çeken şeylerden biri de tipik yazlıkların olduğu salt binalardan değil, bağların içindeki taş evlerden oluşması. Umarım hiç de değişmez.
Ertesi gün Ayazma’ya değil Habbele koyundaki Mitos Beach’e gittik. İşte buradaki deniz tam anlamıyla muhteşem.Tamamen kum ve gidiyorsun gidiyorsun su sadece beline geliyor. Ancak burası özel bir plaj oldugu için önceden rezervasyon gerekiyor, yoksa yer bulmak oldukça zor. Tabii bir de fiyatlar biraz daha yüksek. Bu sefer şezlonglara 9 TL yerine 24 TL ödedik. Ayrıca öğlen yemek yenecek tek bir yer olduğundan da oradaki yemeklere muhtaç oluyorsunuz ve tat/fiyat oranı pek de doğru orantılı değil ve kredi kartı da geçmiyor ama herşeye rağmen o güzel koya değer. Bu arada Mitosun yanında yine Bozcaada spor klübüne ait şezlonglar var ve yine aynı sahilden ve cafeden yararlanabiliyorsunuz.
Aynı akşam da Ziraat bankasının arkasındaki dar sokaklardan birinde yedik yemeğimizi, orası da oldukça sevimli ve pek çok seçenek var. Ramazan’da gittiğimiz için oldukça şanslıydık, çünkü daha önce herkesin şikayet ettiği kalabalıktan eser yoktu. Sakindi ve güzeldi.
Bir sonraki gün akşamüstü kalenin önündeki kafelerin orada otururken oradan bile denize girildiğini gördüm, dayanamayıp ben de atlayacaktım, ama sonra ıslak ıslak kalıp üşümeyi göze alamadım. Ama bir adada gemilerin yanaştığı, tüm teknelerin, yatların bağlı bulunduğu limanda bile yüzülebildiğini düşünün, ne bir poşet gördüm ne de başka bir çöp.
Adadan ayrılmadan, domates reçeli, şarap, üzüm, kekik ve zeytinyağı almayı unutmayın. Eve döndüğünüzde en azından bunları tadarken burnunuza oraların kokusu geliyor. Kısacası tatilimden öyle memnun kaldım ki, bedenim İstanbul’a işe döndü ama ruhum Bozcaada’da kaldı..
*Fotografların birçoğu sevgili eşim tarafından çekilmiştir.. Teşekkürü borç bilirim:)
**Gitmeden şu ve şu bloglardan da yararlanmıştım, çok işime yaradı:)
Subscribe to:
Posts (Atom)