25 February, 2007

leman


Eski leman dergileri geldi aklıma.Lisedeyken her hafta heyecanla beklerdim çıkmasını.Şimdi de var leman, penguen. Ama ben o eski sayılarını özlüyorum.İlk sayfasında o haftaki gazete haberlerinden en önemlisinin en komik hali olurdu.2. sayfada can yücel olurdu güzel bi dörtlük.Daha sonraki sayfalarda lombak, selçuk erdem karikatürleri nihat genç ve cezmi ersözün yazılarını...Erdener abiyi, bayır gülünü ve begin bekiri:P Bana hatırlattığı şeyler bunlara artı olarak ADANA, lise günlerim....


Nerden geldiyse birden aklıma hemen anlatiiim.Bu hafta, aylardır gitmek isteyip bilet bulamadığım bahar noktasına gittim.(Yine bilet bulamamıştım ama servisten bi arkadaşımı 2. bilet sahibi ekince ben gittim:)) Bahar Noktası Bir Yaz Gecesi Rüyası'nın Can Yücel tarafından yorumlanmış hali. Ve bence bu yıl Devlet Tiyatrosunun bu yılki en iyi oyunuydu:)) Sumru Yavrucuk'u canlı izlemeyi çok istediğim için gitmiştim ama Mustafa Uğurlu'ya hayran olup çıktım. Eğlenceliydi cidden.Bu arada pisi de bana çok kızmıştı onu hep sıkıcı oyunlara götürüyorum diye.Bilet bulduğum ilk gün ona da izleticem.

Bu arada işimle ilgili güzel gelişmeler oluyo ama henüz kesin olmadığı için bişe diyemiyorum daha sonra söyliceeeemmm:))

Son olarak Can Yücel'den bir şiir:( ve de çok sevdiğim bi şarkı)



Sevgi Duvarı

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
..........
..........

18 February, 2007

tiyatro

Uzun süre geçiyor yine.Her seferinde karar veriyorum daha sık yazı yazmaya ama her seferindebi şeyler engelliyor yazmamı.Yoğunluk, yorgunluk, vs. Yine uğraşıyorum burdan, okuldaki ders kayıtlarım için.Yeter artık yaaa:(( Bu arada son iki hafta sonum kurum içi eğitimlerle geçiyor.Geçen hafta Diyalog diye bir yerdeydi eğitim. Dersimize Can Gürzap, Mehmet Gürhan ve Şükrü Türen gibi tiyatocular girdi.Çok güzel bir haftasonu geçirdim.Diksiyon, ses-nefes çalıştık.Tiyatro günlerim geldi aklıma:)) Ne kadar eğlenceli yaa insanın sevdiği bir işi yapması.Dünkü eğitimim ise işini severek yapma ve fark yaratmanın yolları konuluydu.Burda da yaptığın işi sevmeyi öğrendik:)) Eğitmen bize Arnavutköy iskelesinde yıllardır görevli olan memurun röportajını izletti.Bize izletmek için çekilmiş amatör bi röportajdı zaten.O iskelenin ne kadar bakımlı olduğunu gördük.O memur işini o kadar severek yapıyor ki, bende gidip görmek istedim o iskeleyi.Röportaj pazar günü yapılmış ve memurun izin günüymüş ama yine de ordaydı tüm güler yüzüyle.

Onun dışında, bu hafta iki oyun izledim.Daha doğrusu 1,5.İlk gittiğim oyun Dünyanın Ortasında Bir Yer idi.Oyuncular çok iyiydi.Ama biz balkonun 3. sırasında oturduğumuz için oyunculardan çok önümüzdeki seyircilerin kafalarını izlediğimiz için yarısında dayanamamayarak çıktık:(( Oyun müzikliydi ve oyuncuları çok iyi olmasına rağmen çok az replik vardı.Ben mesela Yetkin Dikiciler'i daha iyi bir oyunda izlemeyi çok isterim.
Dün akşam da Edip Cansever'in "Ben Ruhi Bey Nasılım" adlı oyununu izledik.Tek perdelik bi oyundu.Başroldaki Uğur Polat tek kelimeyle süperdi.Oyun Aziz Nesin sahnesindeydi.Ben ilk defa bu sahnede bir oyun izledim ve inanamadım.Çok eski bir salondu.Yerler tahta ve inanılmaz gıcırdıyordu.Ve normalde gecikenler giremez ama nasıl olduysa dün oyun başladıktan sonra bir sürü kişi girdi.Benim bile seyirci olarak çok dikkatim dağıldı o seslerden, dönüp arkamı bağırmamak için zor tuttum kendimi.Kaldı ki oyuncuları düşünmek bile istemiyorum.Salon özel bir tiyatro sahnesi gibiydi.Yani oyuncuların kendi imkanlarıyla oluşturdukları bir salon gibi.Devlet tiyatrosuna hiç yakışmamıştı bence.Aziz Nesin adına böyle bir sahne olduğu için üzüldüm gerçekten.

Böyle işte gayet sanatsal bir haftaydı.Son olarak sözümü dün akşamki oyundan (Edip Cansever'in şiirinden) alıntıyla bitirmek istiyorum:

Yeri mi şimdi değil mi
Bir tren yolculuğunda ve her yerde
Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
Bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
Saatler iyi
Adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi
Ve bütün yolcuların dalgın
Koparıp koparıp bir şeyler yediklerini
Görünüşte kararsız
Görünüşte üzgün, endişeli
Görsek mi acaba, görmesek mi
Açıp da kapalı gözlerini arada
Şöyle bir görünümü tek bir solukta
Yalandan, inatla içine çekenleri
Ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken
Belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini
Bir tilki çevikliğiyle, acele
Katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği
Bilmem ki, görmesek mi
Durunca tren bir istasyonda
Dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda
Dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp
Bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi
Uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla
Tutarak parmaklarıyla yalancı
Ve ucuzundan bir kolyeyi
Acaba görmesek mi
Bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.

04 February, 2007


Teksas 50 yaşında mı? Hay dedemin köse sakalı!

Bizi büyüten kahramanlar onlar... Düşünce balonlarından okuma yazmayı söktüğümüz... Onlar gibi konuşup onlar gibi dövüştüğümüz... Şimdi 50 yaşına bastıklarını öğrenmek şaşırtıyor insanı...
Başbakan Erdoğan Kuran öğretimi için resmi kurslarda 12 yaş sınırı olduğunu hatırlatıldığında "Tommiks, Teksas okumaya kimse mani koymuyor. Kuran'a neden mani koyulsun?" dedi ya... Başbakanın çocukluğunu bilmem ama ben 12 yaşımdayken Tommiks, Teksas okumaya da "mani koyulur"du.Okula götürmek yasaktı.Evde "Ödevini yapacağına bunları okuyup durma" azarının öznesiydi Teksas ve (her daim onunla birlikte anılan arkadaşı) Tommiks...Bu "mani" nedeniyledir ki, bizim çizgi roman kahramanlarımız, hemen bütün maceralarını ya bir fen bilgisi kitabının arasında ya evde kütüphanenin bir kuytusunda yaşamışlardır.Ancak yazın sokakta gönül ferahlığıyla at koşturup silah sıkmış ve mahalle aralarında değiş tokuş yapılmışlardır.Aralık ayında Tommiks'in yurdumuza gelişinin 50'nci yıldönümünü idrak ettik hep birlikte...Geçen ay yayınlanan EsseGesse Magazin, Teksas ve Tommiks'in yarım asrını özel bir kitapla kutladı. Hepimizi büyüten çizgi romanlar serisinin nasıl doğduğunu, o nostaljik kitaptan öğrendik.Hâlâ sakladığımız ciltlerle maziye dönüp hatıra tazeledik.
TOMMİKS
Süt çocuğu Küçük İzciNevada rencerlerinin en hızlısı, sevgili yüzbaşımız Türk topraklarına ayak basmadan dört yıl önce 1951'de, üç İtalyan çizer tarafından İtalya'da yaratılmış.1920'lerde Universal Film tarafından çekilen sessiz film serisinin kovboyuymuş. İtalyan çizerler, perdede o karakteri çok beğenip çizgi roman kahramanı yapmışlar.Konyakçı'yla Doktor Sallaso'yu da yine perdedeki tiplerden alıp Tom'un yanına katmışlar.Çizgi romandaki kahramanın adı Tommiks değil, "Capitan Miki" imiş.Küçük İzciDizi İtalya'da 250 bin satıp ortalığı birbirine katınca şöhreti Türkiye'ye ulaşmış.1950'lerin ortalarında "Ceylan", "Güneş", "Roket" gibi dergiler, Tommiks'i "Küçük İzci" adıyla birkaç sayfa olarak yayınlamış. Ceylan Yayınları'nın sahibi Erdoğan Egeli, çocukların diziye gösterdiği ilgiyi fark edince "Küçük İzci"yi ayrı çizgi roman olarak yayımlamaya karar vermiş. O ilk dizinin kapağını çizen ve ondan sonra 30 yıl çizgi romanların kapak çizerliğini yapan Samim Utkun, kahramana orijinal adı olan "Kaptan Miki" yerine ("Miki filmler" dünyasında bu pek uygunsuz bir isim olurdu zaten), Tommiks adını koymuş.Böylece Kulver kalesinin yüzbaşısı, 1955'in aralık ayında Tommiks adıyla Türk gençlerine tanıştırılmışMahcup kahramanBen onu tanıdığımda ufak tefek, temiz yüzlü, tüysüz bir oğlandı. En yakın arkadaşları Konyakçı ve Doktor Sallaso konyak mataralarını hiç ellerinden eksik etmezken o süt dışında bir şey içmez, kale komutanının kızı Suzi'yi gördü mü yüzü kızarır, ter basardı. Doktor ve Konyakçı her ne kadar sevimli ayyaşlar olarak resmedilseler de kalenin sivil itaatsizleriydi. Yüzbaşıyla yakınlıkları ve silah atmadaki ustalıkları nedeniyle dokunulmazlardı.1970'lerin Killing'iyle, 80'lerin Rambo'suyla ya da günümüzün kahramanları Örümcek Adam'larla, X-man'lerle, Polat'larla karşılaştırınca da ne kadar masum kalıyor bizim Yüzbaşı Tommiks...
Vatansever "Sarı Kurt"
Teksas'ın öyküsü daha da ilginç...Müptelaları onun değişmez arkadaşları Profesör Oklitus ve Rodi'yi anımsayacaklardır.Meğer Teksas'ı doğuran Rodi imiş.Tommiks çok başarılı olunca bizim İtalyan çizerler 1953'te "Küçük Avcı" diye yeni bir kahraman yaratmışlar. "Küçük Avcı", Teksas'ın Rodi'si imiş."Black" ise maceralarında ona yardım eden 50 yaşlarında, esmer bir avcı...Sonradan 1954'te esmer "Black"in saçlarını sarıya boyamışlar. İri yarı, güçlü kaslı, yakışıklı bir avcıya dönüştürmüşler ve başrolü ona verip Rodi'yi asistan yapmışlar."İl Grande Blek" (yani "Koca Blek") böyle doğmuş.Bir yıl geçmeden Türkiye'de fark edilmiş.İlk deneme yine Ceylan dergisinde olmuş.Blek, orada "Sarı Kurt" adıyla yayımlanmış.İlgi görünce, 1 Kasım 1956'da, bu kez "Teksas" adıyla piyasaya sürülmüş. Ve 60-70 binlik satış rakamlarına ulaşmış.Sonraki Teksaslılarla, JR'larla, Bush'larla karşılaştırınca Çelik Blek de hem yiğit hem namuslu bir avcıydı.Bizon eti ve turta sever, çıplak ten üzerine kürk giyerdi.Hem Rodi'ye babalık hem "kurtları"na önderlik eder, bilgeliğe kıymet verir, şişman Profesör'ü hiç yanından ayırmazdı. Ülkesini işgal eden "kırmızı urbalılar"a vurdu mu "Smack" diye kemik kırardı.Yıllar sonra "kırmızı urbalılar"ı Londra'da tören kıtasında gördüğümde anımsamıştım "vatansever" Çelik Blek'i...Onun "düşünce balonları", bize okuma yazma öğretirken belki işgalciye direnmeyi de aşılamıştı.Teksas yaşasa bugün kendi işgalci askerleriyle de dövüşür müydü acaba?
Teksas'tan Tarkan'a
Gün geldi neslim Teksas'tan Tarkan'a geçti.O kadar kolay olmadı bu...Arada epey kahraman değiştirdik:Önce sarışın Tom Braks geldi.Sonra 60'ların sonuna doğru "Ontorio kurtları"nın komutanı Kaptan Swing, Gamlı Baykuş, Mister Blöf ve "pire torbası" Puik'le boy gösterdi."Baltalı İlah" Zagor, şişman Çiko'suyla çıkageldi.Sonra Tex...Kinova...Red Kit...Tenten...İş, doyma noktasına gelmişti ki, 1963'te Suat Yalaz kalemi eline aldı ve "Karaoğlan"ı çizip piyasadaki "küffar"ı temizledi.Şimdi ortalıkta "onlarınkiler"in karşısında bizimkiler vardı:Tarkan'lar.. . Karaoğlan'lar...Bizimkiler de tarihin tozu dumanı arasından doğmuşlardı. Teksas'lar, Swing'ler kadar güçlü kuvvetli ve öyle yakışıklı idiler.Şu farkla ki, bizimkiler ateşli silaha el değmez, bileklerine, kamalarına, kılıçlarına güvenirlerdi.Günlerce at üstünde gider, kimi zaman at üstünde uyur, yaman Osmanlı tokadı vurur, dört kıtada kılıç sallarlardı.Mağrura korkusuzca kafa tutar, mazlumu her daim kollarlardı.Tommiks gibi kaleleri Swing gibi kurt orduları yoktu. Ne yaparlarsa bir başlarına yaparlardı.Ve zannederim asıl farkları şuydu ki gerek Karaoğlan, gerekse Tarkan; Teksas gibi, Tommiks gibi "aseksüel" değildi.Demem o ki, güzel bir dilber gördüklerinde Suzi görmüş Tommiks gibi kızarmazdı yüzleri...Karaoğlan şapkasını çıkarır, Tarkan kılıcını çözer, kurdunu kapıya diker, güzeller güzelinin süt gibi çizilmiş bedenini ateşin yanına sereserpe uzatıp sabahaca severlerdi. Tam ergenlik dönemimize denk gelen bu gelişme, zannederim Tarkan'ları, Karaoğlan'ları Tommiks'lerden, Teksas'lardan daha gerçekçi, daha bizden, daha doğal kahramanlar olarak görmemize ve mahalle aralarında daha çok takas etmemize neden olmuştur.Teksas'tan Tarkan'a geçiş, aynı zamanda çocukça dayılanmalardan ergence sevdalanmalara geçişimizin müjdecisidir.
Meraklısına hatırlatmalar
Tommiks, Teksas'ların düşünce balonlarından hatırladığımız ve zihnimizde çınlattığımız ilk efekt sesleri ve hayret nidaları şunlardır:
Efektler
AH....!: Vurulma
GASP-AAGH: Yumruk yeme
UHM...: Hayret etme
ZIP: Ok sesi
PAM: Silah sesi
KAHR...: Yarım kalan lanetleme
YÜCE MANİTU: Kızılderili hayreti
UUH... UUH: Baykuş sesi
Hayret nidalarıBin boynuz!
Hay dedemin köse sakalı!
Hay bin kunduz!
Tüm kokarcalar adına!
Hay bizonun boynuzları!
*Ben bu kahrmanlarla pisi sayesinde geç de olsa tanıştım ve tanıştığıma da çok sevindim:) Tommiksi çok fazla sevemememe rağmen teksasla çok iyi dost olduk:) Köşemde de bi izi olsun istedim:P
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...